Yaşadığımız coğrafyada çok devlet kurulmuş ve çok devlet yıkılmıştır. Dolayısıyla bölgede ayakta kalabilmek için, tarihin engin tecrübesinden faydalanabilmek ve buna bağlı olarak hassas dengeleri gözetebilmek gerekir. Bunun için geçmişi iyi bilmek lâzımdır. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün “TARİH İHTİYATSIZLAR İÇİN MERHAMETSİZDİR”dir sözü, coğrafyamızın gerçeklerine tam olarak uyar” demektedir.
“Tarih Gelecektir” sözü üzerinde çok düşünülmesi gereken ve birçok şeyi ifade eden bir deyimdir. O sebeble bugün gelişen (İsrail-İran çatışması) olayları dün meydana gelenlerle irtibatlandırarak yorumlamak, gelecek hakkında bizi doğru sonuçlara götürecektir.
Örneğin Balkan Yarımadası tarih boyunca çoğu zaman dünya gündemini belirleyen olayların yaşandığı bir bölge olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun kaderi ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ortaya çıkışını hazırlayan şartlar bu coğrafyada saklıdır.
Bu nedenle Cumhuriyet Döneminde meydana gelen isyanları anlamak için Balkanlarda meydana gelen Sırp, Bulgar, Yunan ayaklanmalarını iyi bilmek ve başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletlerinin ve Rusya’nın aldığı pozisyonları iyi belirlemek gerekir.
Örneğin Sırp Ayaklanması 19. yüzyılda Balkanların, Avrupa ve Osmanlı tarihinin en önemli siyasi olaylarından biridir. Berlin Antlaşması ile tamamlanmış gibi görünen bu bunalım Bulgar ayaklanması, Sırbistan ve Karadağ’la ve nihayet Rusya ile yapılan savaşlarla tamamlanır.
Ayaklanma çıktığında bunun çok ciddi boyutlara ulaşacağını, Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa’nın geleceğini belirleyeceğini neredeyse hiç kimse tahmin edemiyordu. Tıpkı Turgut Özal’ın Eruh ve Şemdinli’yi basanları “bir avuç eşkiya” olarak nitelendirmesi gibi.
Bu gelişmeler ışığı altında bakılınca Şeyh Sait, Dersim ve günümüzde PKK isyanlarının mahiyet itibarı ile Sırp, Bulgar ve Yunan isyanlarından pek bir farklarının olmadığı görülür.
Balkanlarda meydana gelen isyanlar öncelikle Osmanlı İmparatorluğunu yıkmaya dönüktü. Balkanları Türklerden arındırmayı ve Balkanları Ortodoks hristiyanlığına terketmeyi ve çoğunluğu Slavlaştırmak amacını güdüyordu. Nitekim Balkanlar, Rus yayılmasının planları için önemli bir coğrafya ve Slavların büyük koruyucusu da “Anne Rusya” idi ve nitekim bu plan başarılı oldu. Balkanlar Türklerden temizlendi, Türk devlet hâkimiyeti sona erdirildi!
Cumhuriyet Dönemindeki Şeyh Sait isyanının arkasında İngiltere’nin olduğu su götürmez bir gerçektir. Misakı Milli sınırları içinde yer alan Irak Türkmen bölgesinin Türkiye’ye bağlanması konusunda uluslararası çalışmalar sürerken, Türkiye’yi bu vatan parçasından mahrum etmek ve bir petrol ülkesi haline gelmesini önlemek için bazı kürt aşiretleri kullanılmak suretiyle Şeyh Sait isyanı çıkartılmıştır. Genç Türkiye Cumhuriyeti Şeyh Sait isyanını bastırmak için mücadele ederken, Musul ve petroller üzerindeki haklarından vazgeçmek zorunda kalmıştır. Bu ihanet günümüzde yaşayan 85 milyon insanımızın refahını ve güvenliğini etkilemiştir.
Günümüzde Irak’ın toplam nüfusunun % 16’sı kürt ve % 11 Irak Türklerinden oluşmaktadır. Ancak değişik propaganda yöntemleri ile Irak’ta yoğun bir kürt nüfusunun yaşadığı konusunda dünya kamuoyu üzerinde büyük bir ikna kampanyası yürütülmektedir. Tıpkı Türkiye’de yoğun bir kürt nüfus yaşadığı kampanyası olduğu gibi.
Bu gün Irak, önemli ölçüde nüfus azlığına rağmen çoğunluğu kürt kökenli idareciler tarafından yönetilmektedir. Aynı şekilde TBMM’de ve hükümette de kürtlüğünü ifade eden ve nüfusa göre çok büyük bir temsil imkanı yakalayan insanlarımız mevcuttur.
Aslında ülkemizdeki gerçek tarihçi Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun “araştırmalarımızda şunu gördüm ki; pek çok kürt dediğimiz insanlar Türk asıllı” sözlerinde saklıdır. Bu aslında planın ileri aşamalarında uygulanan “ötekileştirmek” kapsamında yer almaktadır. Sadece Şeyh Sait ve Musul’un kaybını ifade ederken bunu bir not olarak belirtmek istedim.
Dersim İsyanının arkasındada Fransa vardır. İsyan döneminde Hatay ilimiz, Fransa Mandası altındaki Suriye’den Türkiye’ye bağlanmak üzeredir. Avrupa devletlerinin Osmanlı Devlet döneminde uyguladığı yöntemlerden birini Fransa Dersim’de işbirlikçileri ile sahneye koyar.
Amaç Türkiye Cumhuriyeti’ni zayıf düşürmek ve Hatay’ın anavatana ilhakını önlemektir.
Cumhuriyet Döneminde 1984 yılındaki Eruh ve Şemdinli baskınları ile başlayan isyanın temel amacı da, Türkiye Cumhuriyetinin kalkınmasının engellenmesi ile bölgede ekonomik ve siyasi güç olmasına set çekilmek istenmesidir.
Bilal Şimşir, Kürtçülük II adlı eserinde, PKK isyanının alt yapısının ABD, Almanya, Fransa, İsrail, İngiltere, Hollanda, İsveç ve daha birçok ülke tarafından nasıl hazırlandığını çok güzel bir şekilde anlatmaktadır.
Şeyh Sait, Dersim ve PKK isyanlarının ileri hedefi “ötekileştirmek”, “yabancılaştırmak ve başkalaştırmak” ve nihayet “asimile” etmektir. Böylece Türkiye Cumhuriyeti topraklarında başka bir millet yaratılacak (yaratıldı hemde devlet yardımı ile) ve ülkenin bir bölümü bunların kontrolüne verilerek bölünecektir. Bu Türkleri böl, parçala ve yut hedefinin uygulamaya sokulmuş küçük bir kısmıdır.
Esas plan bu coğrafyadan Türkün varlığına son vererek izini silmektir. Günümüzdeki PKK isyancıları ve siyasi yandaşları bu planın taşeronlarıdır. (Şimdi de bu planların yanına İsrail-İran çatışmasından ortaya çıkacak sonuçları da eklemek gerekiyor!)
Asimile edilmeye yatkın Türklere uzun yıllardır dört bir koldan saldırı vardır... Mesela Amerikalılar 60 yıl önce “Vahşi Kürdistan’da” adlı bir film yapmışlardır. Bunu 28 Ekim 1966 yani Cumhuriyet Bayramından bir gün önce Almanya Rüsselsheim'da Opel Fabrikasında çalışan ve adresleri önceden saptanmış olan ve özel davetiye ile çağrılan Türk işçilerine bir gece düzenleyerek izlettirmişlerdir. Bu gece için salonu Rüsselsheim Belediyesi sağlamıştır, Türk işçilerine “siz Türk değil Kürtsünüz, ülkeniz Türkiye değil Kürdistandır, Türkçe konuşmayın Kürtçe konuşun” denmiş ve bu çalışmalar günümüze kadar sürüp gitmiştir. (Şimdi Dem/Pkk örgütü kazandıkları belediyelerde esnafın kürtçe tabela asması halinde vergiden muaf olacağını söylemektedirler. Bu kaçıncı paralel devlet örneğidir?)
Yazdıklarımızdan anlaşılacağı üzere Şeyh Sait, Dersim ve PKK isyanları arasında birbirini silsile yolu ile takip eden kuvvetli bağlar (şimdide İsrail-İran çatışmasının bu planlarla ilgili dolaylı bağlantısı) vardır. En azından dış destekçileri aynıdır ve hedefleri benzerdir. Öyle anlatıldığı gibi bir halk ve hak arama hareketi değildir. Birinci önceliği Türkiye Cumhuriyeti Devletini yıkmak ve bu coğrafyada Türk Milletinin varlığına son vermek suretiyle izini silmek amacını taşıyan bu isyanlar ile bu isyanların siyasi ve fikri yandaşlarına, her türlü desteği vermek, onları medya eliyle baştacı etmek, kamuoyu oluşturmak, Türk milletini yanlış yönlendirmek, bunlara tavizler verilmesine yardımcı olmak gibi davranışlar içerisinde olanlar Türk Milletine karşı yapılan ihanetin ortağıdır. (Bunlarda Türk'ün pek umusardığı hususlar değildir.)
Yazımızın sonunda bu isyanlara hümanist bir hava ve insan hakları boyutunda verilmek istenen görüntüyü Türk Milletine yedirmek isteyenleri buradan bir kez daha uyumadığımız konusunda uyaralım ve sizleri de tarihi olaylar arasında irtibat kurarak başımıza gelenler hakkında düşünmeye davet edelim.
Biliniz ki bu isyanları hangi nedenle olursa olsun meşrulaştırmak (şimdi "yeni anayasa" dedikleri şey gibi!) isteyenler size kurulan tuzağın bir parçasıdır.
"Ondört yıl önce kaleme aldığım bu yazıdaki gerçekler bizi yakmaya devam ediyor. Yoksul ve bitap düşürülmüş Türk, gün geçtikçe eriyor. 1918 şartları gelip kapıya dayanmış! Bakalım bu yazıyı bir ondört sene sonra, okuyanlar neler ile karşılaşmış olacaklar!"
Özcan PEHLİVANOĞLU
18 Nisan 2010 / İstanbul