Hüseyin ERKAN

Tarih: 22.04.2024 21:19

Evlenince Eşime Ne Hediye Verdim Ben?

Facebook Twitter Linked-in

465 Memleketimden İnsan Manzaraları

Evlenince Eşime Ne Hediye Verdim Ben?

Gelenektir; evlenen her erkek, duvağını açmadan önce gelinin, değerli bir hediye verir ona,
değil mi ya! Ev, araba, kürk hediye edemeyenler bile ya koluna gösterişli altın bir bilezik, ya boynuna
beşibiryerde, ya pırlanta bir yüzük ve küpe takar mutlaka.
Pekiyi, 50 yıl önce ben ne vermiştim eşime acaba? İnanın, şu anda hiçbir şey gelmiyor
aklıma.
Balayına çıkmadık. Pahalı bir saat, bir bilezik bile takamadım koluna. İyi de ne hediye verdim
ona? İzin verin, hele bir düşüneyim iyice.
Epeydir evlilikle ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyordum sizinle. Sanırım, tam sırası geldi
işte! Özellikle gazetelerin 3. sayfalarında eşler arasında yaşanan çok acı haberler yer alıyor. Bunları
okudukça üzülüyor ve “Ehliyetsiz araba kullanmak yasak da ehliyetsiz evlenmek niçin serbest” diye
sorup duruyorum.
Gerçekten de her şeyden daha önemli bu konu bence. Hep bildiğimiz gibi, bir toplumun
çekirdeğidir çünkü aile. Mutlu değilse aile bireyleri, toplum nasıl mutlu olabilir sizce?
Mümkün değil, diyorsunuz; değil mi?
Öyleyse ilkokul birinci sınıftan başlayarak en çok bu derse önem vermeli; diyorum ben. Ve
evlenecek olanlar, en az 6 ay kurs görmeli uzmanlardan. Nikâh memurunun isteyeceği ilk belge de bu
olmalı, evlenecek gençlerden.
Evlenmeden önce, kavga eden eşleri duydukça, “Kesinlikle kavga etmem ben” derdim.
Niçin böyle düşünürdüm?
“Karımı severim ben çünkü. Sevmesem evlenmem zaten. O da beni seviyordur mutlaka.
Öyleyse ne diye kavga etsin, birbirini seven iki insan? Farklı düşünebiliriz birçok konuda. Bundan
daha normal ne var?” diyordum hep.
Kazın ayağı öyle değilmiş meğer!
Ortada hiçbir sorun yokken, ipe sapa gelmez nedenler yüzünden oldu hep kavgalarımız. Kavga
dediysem, bağırıp çağırma değil… Tehdit, hakaret, küfür değil… O eline tencere, tava almadı hiç, ben
elime sopa, bıçak… Yumruğumuzu da sıkmadık, şamar da atmadık birbirimize.
Darıldık kimi zaman, kırıldık, sustuk bir süre. Gelmedik bir iki saat yüz yüze, göz göze.
Dayanamadık da daha fazla, bir bahane uydurup kucaklaşıverdik yine sevgiyle.
Bir böyle, iki böyle derken…
“Bu böyle olmayacak, döneyim ben en iyisi aileme” deyivermesin mi bir gün.
Eh, benim de ağzım var, dilim var ya…
“Nereye gidiyorsun? Kim bırakıyormuş ki seni?” diyeceğime:
“Durman hata. Ne duruyorsun hâlâ? Haydi git, güle güle!” demeyeyim mi ben de!
Sen misin böyle söyleyen Hüseyin Erkan! Çekip gitmesin mi o da.
Üç gün bile dayanamadım da bu ayrılığa, bin kez pişman olup ikinci günün sonunda özürler
dileyerek gidip aldım evlerinden. İyi yanı şu oldu bu deneyimin: O da anladı, ben de anladım; bundan
sonra ayrı gayrı yaşayamayacağımızı.

-2-
“Şu sizin tayin işi ne oldu?” diye mi soruyorsunuz?
Doğru ya, ben onu söylemeyi unuttum size. Nikâhtan hemen sonra, evlenme belgemizle
birlikte dilekçemizi gönderdik hemen Ankara’ya. Gerçekten de sözünün eriymiş, Kız Teknik Eğitim
Genel Müdürü Neriman Gülmen. Ben diyeyim 10, siz deyin 15 gün sonra geldi; Güler’in nakil emri:
İstediğimiz gibi aynı, Küçükköy Pratik Kız Sanat Okulu Giyim Öğretmenliğine…
1973-1974 eğitim yılı başlamak üzereydi. Eşimin giyim öğretmeni olduğunu öğrenen
çalıştığım Vefa Poyraz Lisesi’nin Müdürü Kâzım Yedekçioğlu:
“Erkan Bey! Biliyorsun, kız öğrencilerimiz için ev işi, el işi dersimiz var. Bu konuda yetişmiş
öğretmen ya yok, ya da çok az. O nedenle genellikle pek de yeterli olmayan bayan arkadaşlara veriyoruz bu görevi. Rica etsem, kabul eder mi eşiniz; bu derslere girmeyi?” diye sordu.
“Hayır diyeceğini sanmam ama evet demek bana düşmez elbette. En iyisi yarın ziyaret edelim sizi, kendisinden alalım yanıtını.” dedim.
Görüştüler, konuştular, anlaştılar.
Çoktan unutmuştum da ben bunu, bakınız niçin anımsadım:
Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulu’ndan öğrencimiz Sevinç Erdoğan Karatepe’nin şefliği ve solistliğini yaptığı Türk Sanat Müziği Korosu’nun konserine davetliydik; yaklaşık bir ay önce.
Küçükçekmece Belediyesi tiyatro salonundaydı konser. Eşim Güler ve torunum Erim’le gittik. En önde yer ayırmışlar ama biz ortaları tercih ettik.
Uzun zamandır neredeyse duymaya duymaya unuttuğumuz şarkılar dinledik ilk bölümde.
İkinci bölüme geçmeden verilen 15 dakikalık moladan önce, konseri izleyen kaymakam, belediye başkanı gibi protokolle birlikte bizim adımızı da anma inceliğinde bulunmasın mı sevgili Sevinç?
İster istemez ayağa kalkarak selamladık biz de değerli kardeşimizi ve alkışlayan seyirciyi.
Dinlenme salonuna çıkar çıkmaz, “Sevgili Öğretmenlerim!” diyerek koşar adım güler yüzlü güzel bir hanım gelip öpmek için sarıldı eline eşimin. Kimdir, diye merakla bakarken biz:
“Ben sizin Vefa Poyraz Lisesinden öğrencinizim. Siz Güler Erkan öğretmenim, ev işi dersimize giriyordunuz bizim. Dikişi siz öğrettiniz bize.” dedikten sonra bana dönüp:
“Siz de Türkçe dersimize geliyordunuz, Erkan Öğretmenim. Öz dilimizi sizin sayenizde sevdik biz” diye coşku ve sevinçle öyle bir anlatışı vardı ki!..
“50 yıl geçmiş aradan, unut gitsin be canım!” diyecek oldum da o kısa sürede neler anlattı neler…
Yılbaşı dolayısıyla kızımız Dilem Gözde, birkaç kitap hediye etmişti bana. Hiçbir şeyi rasgele almaz o. Bir anlamı, bir yararı olsun diye düşünür, araştırır, seçer. Hediye kitapları da öyleydi.
Onlardan biri, Sema Maraşlı’nın “Eşimin Eşi Yok Yaşanmış Evlilik Öyküleri”(*) adlı eseriydi. 2010 yılı,
11. Baskısı... Demek ki beğenilip okunmuş. Ama ben okumamıştım henüz. Ötekilerden önce bunu aldım elime. Kitaba adını veren ilk öyküsüyle alıp götürdü yazar beni, 50 yıl önceki evlilik günlerime.
Mümkün olsaydı da evlenmeden önce ya da hemen sonra okuyabilseydim böyle bir kitabı. O
anlamsız kırgınlık ve dargınlıkların hiçbirini yaşamazdık; diye düşündüm.
Evlenmeye hazır gençler! Hanımlar, beyler!
Yeni evliler, eski evliler! Hanımefendiler, beyefendiler!
Okuyun lütfen bu kitabı. Ben çok yararlandım. Doğruluğuna inanarak yaptığım nice yanlışın farkına vardım. Hayır, hayır! Geç değil, yanlışın neresinden dönersek kârdır.
Birkaç gün önce, eğitimci yazar dostum İbrahim Ekmekçi, bir kitaptan çok ilginç bir alıntı gönderdi bana. “Aman ne güzel! Kim yazmış bunu, hangi kitaptan alınmış?” diye merak edince bir baktım ki yine Sema Maraşlı’nın “Eşimle Tanışmayı Unutmuşuz” adlı kitabındanmış meğer. Hemen
bulup okuyacağım onu da ilk fırsatta.

-3-

Gelelim artık yazının başındaki soruya: İster inanın, ister inanmayın. 1 Eylül 1973’te nikâhımız
kıyılıp eşimin duvağını açarken ben hiçbir şey takmadım koluna da, gerdanına da… Kulağına da
parmağına da… Kürk de veremedim, mücevher kutusu da… Ama en değerli şeyimi verdim ona: Sevgi
dolu kalbimi yüklediğim Erkan soyadımı…
Görmekten mutluyum ki, o da 50 yıldır, bıkmadan usanmadan bu seçkin armağanı onurla,
kıvançla taşıdı hep göğsünde. Taşımaya da devam ediyor hâlâ.
Şu sözümü unutmayınız lütfen dostlarım!
Şu sözümü yabana atmayın sakın, sevgili gençler:
Vereceğiniz en pahalı hediye –köşk, otomobil, kürk dâhil- sevgi dolu bir kalp ve düşündüren
bir kitap kadar değerli olamaz asla.
--------------------------------------------------------------------------------
(*) Eşimin Eşi Yok, Yaşanmış Evlilik Öyküleri: Sema Maraşlı, İstanbul 2010, Popüler Kitaplar 4,
Hayat Yayın Grubu, E. Posta: hayat@hayatyayinlari.com, www.hayatyayingrubu.com

Hüseyin ERKAN
0535 371 74 83

huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —