Hüseyin ERKAN

Tarih: 20.01.2024 18:30

Hiç Mi Hiç Yakıştıramadım Ben

Facebook Twitter Linked-in

453 Memleketimden insan Manzaraları

Hiç mi Hiç Yakıştıramadım Ben

Köy enstitüleri, bildiğimiz klasik ezberci okullardan çok farklıydı; her bakımdan. Çünkü masa
başında düne bakarak değil, ülkemiz gerçekleri dikkate alınıp yarınlar düşünülerek kurulmuştu.
Türkiye, özellikle 1940’larda bir tarım ülkesi olduğuna göre, hele hele en başta tarım dersi
çok önemli ve mutlaka uygulamalı olmalıydı bu kurumlarda. O yıllarda nüfusumuzun %80’i köylerde
yaşadığına ve asıl amaç da köylere öğretmen yetiştirmek olduğuna göre köy sözcüğü mutlaka yer
almalıydı; bu okulların adında.
Bilindiği gibi, özellikle okul denmekten kaçınılıp “enstitü” sözcüğü seçilmiş.
Niçin mi?
Var olanlar gibi sadece bilgi aktaran bir okul değil, farklı olsun; yaparak ve yaşayarak
öğretsin; araştırma yapabilen bir eğitim kurumu olsun diye…
İkinci Dünya Savaşı yılları… Köylerimizin büyük çoğunluğunda öğretmen de yok, ebe de,
hemşire de… Sağlık memuru da yok, ziraat teknisyeni de… Bunları kısa sürede yetiştirip onca köyün
her birine göndermeye gücü de yok devletin. Öyleyse ne yapmalı?
Hiç vakit kaybetmeden bu konuların hepsini az çok bilen öğretmenler yetiştirmeliydi! Köy
enstitüleri işte bu zorunluluğun yarattığı bir sonuçtu. Doğal olarak dersleri de çok farklıydı. Sözgelişi
tarım dersi şu konuları kapsıyordu:
Tarla tarımı, bahçe tarımı…
Endüstri bitkileri ve tarım endüstrisi…
Küçükbaş ve büyükbaş hayvan üretimi…
Hayvanların beslenmesi, bakımı…
Hayvan hastalıkları ve tedavisi…
Kümes hayvancılığı (Tavuk, kaz, ördek, hindi…)
Balıkçılık ve su ürünleri…
Tarım işletmeleri ve kooperatifçilik…
Ayrıca özellikle kız öğrenciler için:
Ev idaresi ve çocuk bakımı ile
Dikiş, örgü ve dokuma dersleri de…
Köy enstitülerinin kız erkek ayrımı yapmayan karma okullar olduğunu unuttunuz mu yoksa?
Hem yoksulluk ve kıtlık hem de başta sıtma, tifo, tifüs gibi hastalıklarla boğuşuyordu halkımız.
Doktor ne gezer, hastane ne gezer! Hele hele ilçe ve kentlerden uzak, yolu olmayan, kağnıdan başka
araç bilmeyen köylerimiz için…
Dolayısıyla muska ve nazarlık takıp anlamını bilmediği Arapça dualar okuyup okutarak kendi
kendini aldatıp avunuyordu köylülerimiz.
“Ne yapalım, nasıl yapalım da halkımızı bu acınacak durumdan kurtaralım?” sorusu
tartışılınca, “Mümkün olanı yapalım” denir ve “Sağlık Memurluğu Kolu” açılır enstitülerde.
Günümüzün Milli Eğitim Bakanı dinsel vakıf, mezhep, cemaat ve tarikatlarla anlaşmalar
yaparken, 1940’ların ilk yarısındaki MEB Hasan Âli Yücel, kiminle işbirliği yapmış, bakalım:
“1943 yılında MEB ve Sağlık Bakanlıklarının işbirliğiyle Sağlık Memurluğu ile Köy Ebesi Kolu
oluşturulur. Yedi farklı enstitüde (Hasanoğlan, Akçadağ, Pulur, Göl, Çifteler, Ârifiye, Kızılçullu) açılan
sağlık kollarına üçüncü sınıfı bitiren öğrenciler sınavla kabul edilirler. Okul doktorları ‘Sağlık Kolu
Eğitim Başı’ olur. Yeterli kız öğrenci bulunamadığı için Köy Ebesi Kolu açılamaz. 1953 yılına kadar
beşer bin kız ve erkek öğrenci olmak üzere toplam 10 bin sağlık memuru yetiştirilmesi
hedeflenmiştir.(*)

-2-

Bu güzel girişim maalesef DP’nin iktidarda olduğu 1951’de sonlandırılır. Neden acaba? Kimler
niçin karşı çıkmış, neden engel olmuştur; halkımızın yararına olan bu girişimden? Kimler çıkarlarının
zedelenmesinden korkmuştur? Muska yazarak para kazananlar mı, nazarlık üretip pazarlayanlar mı?
Ne dediğini kendisinin de bilmediği Arapça dualar okuduğu için “hoca” geçinenler mi yoksa?
İyi de Milli Eğitim Bakanlığı onların çıkarlarına hizmet etmek için mi vardır, halk çoğunluğuna
hizmet etmek için mi?
Oysa o güne dek 1.599 köy sağlık memuru yetiştirilmiştir; köy enstitülerinde.
Üç, beş derken, 10-15 olur köy enstitülerinin sayısı. Daha da artırmak gerekiyor sayıyı ama bu
okullara öğretmen bulmak zorlaşır. Öyleyse ne yapmak gerekir?
Yeter ki sen soru sor. Bulunur yanıtı mutlaka.
1942’de Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde, köy enstitüsü mezunlarından öğretmenler kurulu
kararı ile aday seçilenlerin sınavla girebileceği üç yıllık eğitim veren Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü
adıyla bir yükseköğretim kurumu açılır hemen. Amacı nasıl belirlenmiş bakalım:
*Köy enstitüleri ve bölge okullarına öğretmen;
*İlköğretime müfettiş ve okullara başöğretmen;
*Uzmanlık alanlarına uzman eleman yetiştirmek…
Ne gibi bölümleri varmış, onu da öğrenelim:
*Güzel Sanatlar (Resim, heykel, müzik, edebiyat))
*Yapıcılık, mimarlık
*Maden İşleri
*Hayvan Bakımı
*Kümes Hayvancılığı
*Tarla ve Bahçe Ziraatı
*Zirai işletme Ekonomisi
*Köy Ev ve El Sanatları
Ne güzel düşünülüp uygulanmış değil mi?
Ama bizim her yararlı işimizi, her güzel başlangıcımızı kısa bir süre sonra baltalayıp yok etmek
gibi kötü bir alışkanlığımız da var ya!.. O kötü huy nüksediveriyor hemen.
Hasan-Âli Yücel’den sonra yerine atanan MEB Reşat Şemsettin Sirer,1947’de henüz üç
dönem mezun vermiş bu seçkin yükseköğretim kurumunu kapatıverir.
O güne dek bu kurumu sık sık ziyaret edip gördüklerinden çok memnun kalarak övgülerini
esirgemeyen dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü:
“Sayın Bakan! Ben seni o makama okul kapatsın diye getirmedim. Milli Eğitim Bakanının
görevi okul kapatmak değil, yeni okullar açmaktır.” diyememiş, masasına gelen kapatma kararını
sessizce imzalamıştır maalesef.
Sizi bilmem de benim, İnönü’ye hiç mi hiç yakıştıramadığım bir davranıştır bu.
-------------------------------------------------------------------------------
(*) Bozkırda Bir Eğitim Pınarı Pamukpınar Köy Enstitüsü (1941-1954), Sercan Ünsal, 1. Cilt Sa. 58
Ankara 2022, Barış Kitap, Telefon: 0312 435 29 69 (Yazar: sercanunsal24@yahoo.com.tr)
ÖNEMLİ NOT: Geçen haftaki söyleşimizde, sonradan senatör seçilen Öğretmen Niyazi Ünsal’ın,
çocuklarının eğitimi için nakil istediğini ve Bursa/İnegöl’e atandığını yazmıştık. Niyazi Ünsal değil,
Öğretmen Osman Erdoğan olacaktı o. Yanlışlık için özür dilerim. Bağışlayınız lütfen!

Hüseyin ERKAN

huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —