Hüseyin ERKAN

Tarih: 05.03.2021 22:36

İLGİNÇ BİR DEMOKRASİ DERSİ

Facebook Twitter Linked-in

 

Tadı tuzu yoktur; zorla, korkuyla yapılan hiçbir şeyin. O nedenle derim ki ben, konu ne olursa
olsun, öneride bulunmalı ama asla ısrarcı olmamalı.
Hele hele baskı yapmak, hele hele korkutmak… İster en yakınımız, ister yedi kat yabancı
olsun, bir insana yapılabilecek en büyük kötülüktür bu.
Çoğu anne-baba, “Biz çocuğumuzun kötü olmasını ister miyiz? Hangi anne-baba ister
bunu?” diyerek meslek seçiminde de serbest bırakmaz gençleri, eş seçiminde de…
Sonra pişman olurlar ama kaç para!..
Başta aile olmak üzere okulda, kışlada, karakol ve toplumda da sevgiyi değil, korkuyu egemen
kılmışız hep.
Kutsal kitaplı dinlerde de sevgi değil korkudur; insanların beynini tutsak eden. “Tanrı´yı sev!”
diyeni duymazsınız hiç, “Tanrı´dan kork!” der herkes.
Öyleyse, ailenin “reis”i olan baba da korku salmalı, okulda öğretmen, müdür ve müfettiş de…
Kışlada komutandan da korkmalı, karakolda jandarma, polis ve komiserden de…
“Ağa”dan nasıl korkuyorsan, patrondan, kaymakamdan, validen, bakandan da korkmalısın.
Düşüncenizi kendinize saklayın! Bir dedikleri iki edilmez onların!
Çocukluğumdan beri, korkuya dayalı böyle bir anlayışı ve uygulamayı, hiç mi hiç sevemedim
ben. Belki de çok zararını görmüşümdür bunun ama kendime olan saygımı hiç yitirmedim.
Ne yazık ki, 1961 – 1964 yılları arasında görev yaptığım Diyarbakır – Dicle Öğretmen
Okulu´nda “Eğitim Şefi” unvanlı müdür yardımcısı gibi, 1964 – 1966 yıllarında Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulu´ndaki meslektaşı da elinde sopayla dolaşırdı hep.
Haydi, gel de sen sev; bu “sözde eğitimci”leri! Ne yazık ki, onlar gibiler saygı görüyor;
toplumda hep. İşte onlardan birini anlatmış; eğitimci ressam ve yazar İbrahim Ekmekçi; yeni çıkan Anılarla Akseki adlı eserinde:
1947´de bir tek ilkokul vardır Akseki´de. Ve o okulun üçüncü sınıf öğrencisidir yazarımız. O
yıllarda “Başöğretmen” denen okul müdürü, ilçede sayılan bir kişiymiş. Okulda, elinde demir bir
cetvelle dolaşırmış hep. Bu okulda okuyup da onun demir cetvelinin tadına bakmayan yokmuş.
Ne büyük bir mutluluk değil mi bu, bir eğitimci için!
Akıllı, değerli bir eğitimci ve iyi bir yönetici olduğu görünüşünden belli oluyor zaten. İlçe
halkının niçin saygı duyduğu da anlaşılıyor hemen.
Bir gün İbrahim Ekmekçi, teneffüste arkadaşı Yılmaz´la oynarken okul bahçesinde, İzmir
dolaylarında çalıştığı için uzun bir süredir özlediği babasının kamyonla geçtiğini görmesin mi?
Arkadaşıyla birlikte koşarlar; çarşıya doğru. Babasını karşıdan görür ama çok istediği halde
gidip sarılamaz; derse geç kalmayayım diye.
Okula döndüklerinde, zil çalmış; öğrenciler girmiştir içeriye. Bahçe kapısında “Başöğretmen”
karşılar onları. “Doğru odama… Bekleyin beni.” der; başöğretmen olduğunu belli eden otoriter bir ses tonuyla.
Biraz sonra geldiğinde, nereye gittiklerini sorar. Cevabını beklemeden, Yılmaz´ı gösterip,
“Okul dışına çıkmanızı bu istedi; değil mi?” deyip açılan o küçük ellerine demir cetvelle vurmaya
başlar.

Yazarımıza bir kez, arkadaşı Yılmaz´a birkaç kez vurur; acımasızca. “Suç aynıydı ama Yılmaz
evvelden sabıkalı olduğu için, O´na farklı ceza uygulanmasını âdil bulmamıştım.” diye bitirir;
dostum bu anısını.
İlkokulda, henüz dokuz yaşındayken, eline demir cetvelle vurularak cezalandırılan İbrahim
Ekmekçi, ortaokulda da benzer bir ceza almış mıdır acaba? Dinleyelim, bakalım kendisini:
“Banka müdürünün oğlu, elinde Akbaba olduğunu sandığım derginin kapağındaki CHP
karşıtı karikatürü gösterip bizi rahatsız ediyordu. Dergiyi elinde dolaştıran ve soyadı Conkbayırı
olan sınıf arkadaşımız, ‘Demokrasi var, demokrasi var!´ diye bağırıp önüne gelene çarptığı için, ‘Git buradan´ deyip kendisini terslemiştim. Öğretmen sınıfa girince bu arkadaş, ‘Öğretmenim, demokrasi var; deyince bana kızıyorlar´ diye beni şikâyet etmişti. Türkçe öğretmenimiz Bursalı Sadık Bey, ‘Daha demokrasinin ne olduğunu öğrenemediniz.´ diyerek bana ortaokulda yediğim ilk ve son tokadımı atmıştı. Bu davranışa muhatap oluşumu hiç unutmadım.” (*)
Öğrenciler, demokrasinin ne olduğunu öğrenemediyse, bu öğrencilerin mi, yoksa
öğretemeyen öğretmenlerin suçu mudur? Öğretmen Bursalı Sadık Bey, öğrencisi İbrahim´e bir tokat atmakla, demokrasinin ne olduğunu öğretmiş mi oluyor; tüm öğrencilerine?
Ne güzel bir demokrasi dersi, değil mi?
1950´den bu yana 70 yıl geçti. O günkü demokrasi anlayışımızla, bugünkü arasında fazla bir
fark olduğunu sanmıyorum ben. Siz ne dersiniz, bilmem.
Var mı, sizin de unutamadığınız böyle ilginç bir ders?

Hüseyin Erkan
huseyinerkan.antalya@gmail.com

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —