463 Memleketimden İnsan Manzaraları
Kolu Kanadı Kırıldı Kara Kışın
siz de farkındasınızdır mutlaka
görünce dörtnala geldiğini baharın
öyle bir acı çöktü ki yüreğine
kolu kanadı kırıldı kara kışın.
H.E.
1973 Ağustosunun ortalarında, nişanlımla birlikte sevinç içinde döndük Ankara’dan. Söz
vermişti; Genel Müdür Neriman Gülmen çünkü:
“Dilekçenizle birlikte evlilik belgeniz ulaşır ulaşmaz bana, dilediğiniz okula naklederim
Güler’i.” demişti. Niçin bekleyecektik biz öyleyse!
“En iyisi, hiç beklemeyelim artık” deyip nikâh için, mümkün olan en yakın günü belirledik:
1 Eylül 1973… Resmi işlemleri başlattık hemen.
İkinci en önemli iş gelinlik… Gelinlik olmadan nerde görülmüş nikâh, nerde görülmüş evlilik?
Şöyle bir dolaştık mağazaları. En ucuzu, en sadesi bile dudak uçuklatıyor.
“Olmaz, veremeyiz onca parayı.” dedi Güler. “En çok yarım saat, bilemedin bir iki saat için
verilmez onca para. Biraz zamanımız olsa, ben kendim dikerdim ama…”
“Vermeyip de ne yapacağız? Gelinliksiz olmaz ama!” deyince ben:
“Bak, ne düşündüm ben bu ara.”
“Ne düşündün?”
“Teyzeannemin küçük oğlu Engin evlendi; iki yıl önce. Biliyorsun, onlar Hollanda’da… Eşi
Yasemin, giydiği gelinliği götürmedi; teyzeannede duruyor. Onu ben yarın gider alırım. Bir
temizleyiciye veririm. Yepyeni mis gibi olur.”
“Olur mu dersin?”
“Neden olmasın! Bal gibi olur hem de.”
Fatih ilçesinin Çarşamba semtinde oturuyordu teyzeanne. Güler, sabah erkenden gidip almış
gelinliği ama vermemiş temizleyiciye. “Niçin?” diye sorunca anlattı nedenini:
“Vermek için gittim, bir temizlikçiye. Öyle bir fiyat söylediler ki vermeden dönüp geriye.”
“Başka temizleyicilere gidelim birlikte. Üç aşağı beş yukarısına bakmadan verelim
gecikmeden. Var o kadar param benim.”
“Başkaları belki daha fazla ister. Herhangi bir giysi değil bu, adı üstünde gelinlik… Daha
aşağı yapmazlar. Üzme sen tatlı canını. Ben onu bir güzel yıkarım çamaşır makinesinde. Sonra da
bir güzel ütülerim. Al sana yepyeni bir gelinlik! Benden daha iyi mi yapacak temizleyici?”
Aynen böyle dedi ve aynen böyle de yaptı. İster fedakârlık deyin siz buna, ister özveri… Söyler
misiniz lütfen, gelin olacak kaç genç kız yapabilir; böyle bir şeyi?
Gelinliği böyle çıkardık aradan da ya damatlık?
Damatlık diye de bir şey vardır; değil mi ya!
Gelin olacak kız böyle düşünür, böyle yapar da eş olarak seçtiği genç sersem mi, akılsız mı?
Nedir damatlık denen şey? Bir pantolon, bir ceket… Gömleği, kravatı da olacak elbet; çorabı,
ayakkabısı da… İyi de, bir öğretmen olarak okula çıplak mı gidiyordum ben? Boyasız ayakkabı, ütüsüz
pantolon, gömleksiz ve kravatsız derse girdiğimi gören mi olmuş? Bağ bahçe işleri ustasıydı ama ütü
mütü bilmezdi; bir köy kadını olan annem. O nedenle kendim yapardım; o tür işleri.
-2-
Bir iki takım elbisem de vardı benim, birkaç gömleğim ve kravatım da… Nikâh memuru ille de
yeni olup olmadığını soracak değildi ya elbisemin!
“Öğrencilerimin karşısına nasıl çıkıyorsam, nikâh masasına da öyle oturacağım” dedim.
Güler Erkan gibi bir hanımın eşi de böyle düşünebilmeli ve böyle olmalıydı bence!
Küçükköy’de görevli olduğum Vefa Poyraz Lisesi’ne yakın kiralık bir evde annemle birlikte
yaşıyordum. İki odalı küçük bir evdi ama yetiyordu bize. Evlenince değiştirmemiz gerekiyordu ama.
Aynı okulda çalıştığım Uşak’ın Karahallı ilçesinden değerli meslektaşım Rıza Polat’a söyledim; kiralık
bir daire aradığımı. Evliydi arkadaşım ve onun da okula çok yakın bir apartmandaydı evi.
“Bizim dairenin karşısındaki komşu, bu ay sonunda taşınıyormuş. Kimse tutmadıysa sen
kirala derim. Temiz ve sorunsuz bir apartmandır. Komşular da çok uyumlu…” dedi.
“Öyleyse haydi birlikte gidip bakalım.” dedim.
Gerçekten de bu ay sonu taşınıp daireyi boşaltacaklarını söyledi komşuları. Beş katlı bir
apartmanın üçüncü katı… Üstelik köşe daire… Ev sahibi de aynı apartmandaymış. “Olur, siz kiralayın.”
dedi.
Nişanlımı alıp götürdüm. Çok beğendi. Apartmanı da, yerini de, daireyi de… Ev sahibine gidip
kaporayı verdik hemen. Oh be! Bu işin de böylesine kolay ve güzel hallolmasına sevindim. Bizim
okulun Müdür Başyardımcısı İrfan Bey de bu apartmandaymış.
Küçükköy, Gaziosmanpaşa ilçesine bağlı bir belediye idi. Nişanlımla birlikte gün almak için
gittik belediyeye. “Nasıl yardımcı olabilirim?” diye soran görevliye söyledik; niçin geldiğimizi. Doğruca
Belediye Başkanına götürdü bizi nedense. Başkan Raşit Bey tıknazca, güler yüzlü ve kibar bir insandı.
Kırk yıllık bir yakını, bir dostu gibi karşıladı bizi. Ziyaret nedenimizi söyleyince:
“Tamam hocam! Memura bırakmam, ben kıyacağım sizin nikâhınızı. Olsun, cumartesi
olsun, isterse pazar olsun. Fark etmez. Nerde isterseniz orda… İster okulda, ister belediyede, ister
başka bir yerde… Zevkle, memnuniyetle…” dedi.
Şimdi de böyle midir belediye başkanları, bilmiyorum. 1973’te Küçükköy Belediye Başkanı
Raşit Bey böyle bir “Başkan”dı işte!
Gördüğünüz gibi, her şey tıkır tıkır yolunda gidiyordu böylesine. Derken, bir sorun çıkmasın mı
karşımıza! Benim nikâh için gerekli belgelerim taa Toros dağlarının tepesindeki Akseki’den geldi de
çabucak, Erdek doğumlu eşimin, Tekirdağ’ın Şarköy ilçesindeki kayıtları 30 Ağustos’a dek gelmedi de
gelmedi! Neymiş efendim; görevli memur izindeymiş!
Son çare olarak 31 Ağustosta -yani nikâhtan önceki gün- Şarköy’e gitti Güler.
İşte o gün çok zor geçti benim için. Ya alıp gelemezse akşama belgeleri? Ya yetişemezse
yarınki nikâha? Ne çok üzülürdü o? Ve ele güne karşı ne kadar mahcup olurduk o gün!
“Niçin son güne bıraktık bunu?” diye sorup durdum kendime.
Neyse ki, yorgun argın da olsa, güler yüzle döndü akşama sevgilim. İlgili memur dönmemiş
izinden hâlâ. Oraya koş, buraya koş… Ona rica, buna rica derken alıp belgeleri, son kalkan otobüse
son anda yetişebilmiş.
İşte böylece biz de kırmış olduk; kolunu, kanadını tüm engellerin!
Çok yorulduk, bugünlük bu kadar yeter. Sağlıkla haftaya okuyalım arkasını.
Hüseyin ERKAN
0535 371 74 83
huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr