Sanatın birçok alanında ilk olmayı başarmış, “ilklerin kadını” Semiha Berksoy. İlk Türk opera sanatçısı, Avrupa’da opera sahnesine çıkan ilk Türk soprano, bir primadonna. Bu kadar mı? Hayıııır? Tiyatro ve operet sanatçısı, sinema oyuncusu, revü-müzikal yıldızı, ressam, heykeltraş, yazar… Tüm bu güzel sanat dallarını iç içe yoğurmuş, başarılı olmuş bütüncül bir sanatçı. Yüreğinin güzelliğini sanatına işlemesini bilen bir yıldız!.. Böylesine çok yönlü bir yıldız sanatçı tanınmayı da hak ediyor değil mi? Kimdir? Nasıl başarmış böylesine büyük işleri? Nasıl yaşamış? Nasıl bir kişidir? Tanımaya ne dersiniz? Bir yolculuk yapalım mı yaşamına birlikte?.. Buyurun! Dönemin çağdaş kadınlarından, heykeltraş ve ressam, müzikle iç içe bir anne Fatma Saime Hanım ile sanatçı ruhlu, güzel sesli maliye kâtibi baba Ziya Cenap Bey’in kızı olarak İstanbul-Çengelköy’de dünyaya gelir. (1910) “Bende sanatla ilgili ne varsa annemle babamdan aldım.” der Semiha. Ailesinden aldığı yetenekleri, onların sanatıyla beslenişini anlatırken... Çocuk yuvasına gidiyor ve dört yaşındadır; Mozart’ın Figaro’nun Düğünü operasından aryalar söylemeye başladığında. 7-8 yaşlarındaki Semiha’nın, gencecik yaşında yitirdiği annesinin öğrettiği rontlar, birlikte söyledikleri şarkılar, kol kola dansları… yaşamı boyunca anılarını süsler. İlk gerçeküstü öykülerini ilkokulda yazar. Ve yazdıklarını resimlerle anlatır. Şiirler okur, kendi kendine şarkılar söyler; anne yoksunluğunu, acısını unutmaya çalışır. İstanbul Kız Lisesi öğrencisi Semiha; Kadıköy’de oynanan tiyatroları, operaları izler, evde de parlak elbiseler giyerek dans eder, oyunculara öykünür. Artık yolunu çizmiştir. Konservatuvarın, bir rastlantı sonunda öğrendiği sınavına girer. Sınavda başarılı olur, İstanbul Konservatuvarı şan bölümüne, ses uzmanı Nimet Vahit Hanım tarafından, burslu olarak kabul edilir. (1928) Semiha; “Nimet Vahit şan sınıfında, benim ruhumu sürükleyen, bende alev haline gelen o sanat aşkıyla derslere başladım…Wagner’in Lohengrin operasında oynadım.” diyerek anlatır o günlerin mutluluğunu, coşkusunu. Cemal Reşit Rey’in piyanosu eşliğinde; R. Korsakof’un “Sadko” ve G. Puccini’nin “La Bohem” operalarından söylediği aryalarla ilk konserini verir. (1929) Aynı zamanda da Resim yapmayı sürdürmektedir. Akademinin ünlü hocalarına gösterdiği resimlerinin beğenilmesi üzerine, Güzel Sanatlar Akademisi Namık İsmail Atölyesi’ne kabul edilir. Refik Ekipman ve İsmail Hakkı Toygar Seramik Atölyesi’nde heykel çalışmaları yapar. (1929) Müzikle yaşar, resim, heykel çalışır, öykü yazar Semiha; ama doyamaz sanat çalışmalarına. Türkiye’nin ilk güzellik kraliçesi halasının kızı Feriha Tevfik film çevirirken; setlerde, çekim sahnelerini izler. Oyunculuk ateşiyle yanar, film yıldızı olmanın düşlerini kurar. Müzik, resim eğitimi aldığı okulların ardından ailesinin dışında setlerde zaman geçirmesi, eve geç gelmesi babasını rahatsız eder. Aynı evde yaşamalarına karşın bir mektup yazar, Semiha’nın odasına bırakır. Mektubunda, ‘Yalnız okulla ilgilenmesini’ istemektedir. Semiha; babasının sözlerine çok üzülür. Ve bir yanıt verir: “Sevgili Babacığım, Sana bu mektubu yazarken gözlerimden şıpır şıpır yaşlar akıyor…. Bende sanata, sanat hayatına, sanatkârlığa karşı büyük bir yetenek, büyük bir eğilim var…Benim ruhumu sürükleyen, bende alev haline geçen bir şey var. O da Sanat aşkıdır. Bunu biliniz babacığım. Bunu yapmadan ölsem bile mezarımda biten selvi ağaçları söyler… Ben bunu dünyada yaşadığım müddetçe idame ettireceğim. Gözlerim daima sanat aleminden, onu yaşayan muhitlerden katiyen ayrılmayacak…. Dünyada hiçbir şeyden korkmayacağım…” Gözyaşlarıyla verdiği yanıt, sanattan ayrılmayacağı kararlılığının, savaşımcı kişiliğinin anlatımıdır. Sanat aşkını, vazgeçilmezliğini babasına söyledikten sonra rahatlar. Sahne yaşamı, oyunculuk vazgeçilmezidir artık. İstanbul Belediyesi’ne bağlı olarak açılan Tiyatro Mektebi’nin sınavlarına girer. Muhsin Ertuğrul’un yönettiği bu okula giriş sınavında Shakespeare’in Hırçın Kız dramından bir parça okur ve sınavı kazanır. (1930) Tiyatro okuyacak, öğrenciliği sırasında ayda 50 lira kazanacaktır. Memur olan babasına yük olmadan çalışmak, yaşamını kazanmak gerektiğini düşündüğünden bu paraya çok sevinir. Okulun, yaşamındaki önemi ise Nazım Hikmet ile tanışmasıdır. Tiyatro sanatıyla başlar birliktelikleri… Âşık olacağı, yaşamı boyunca seveceği Nazım, kendi yazdığı Kafatası piyesinin sahnelenmesi için uğraşmaktadır. Piyesten bir şiiri okuması için oyuncu aramaktadır. Muhsin Ertuğrul’un önerisiyle denediği Semiha’nın okumasını beğenir. Oyuncusudur artık. Sinema oyuncusu Semiha, Muhsin Ertuğrul tarafından çekilen, İstanbul Sokakları adlı ilk sesli Türk filminde oynamak üzere Paris’ e gider. (1931) Film çekimi için bulunduğu Paris’ de çok merak ettiği operaya da ilk kez gider. Türkiye’ye döndükten sonra Şehir tiyatrosu’nda Schiller’in Hile ve Sevgi oyunu ile Yalova Türküsü operetinde başrolünü oynar. (1932) Bu okulun mezun ettiği tek kız öğrenci olarak Tiyatro Mektebi’ni tamamlar. (1933) Okulu bitirir bitirmez, özel Süreyya Paşa Opereti’nde; “Emir”, “Çardaş Förstin”, Maskot”, Şen Dul”, “Leblebici Horhor” operetlerinde “primadonna” rollerini oynar. (1933) Operetleriyle tüm dikkatleri üzerine çeken Semiha, Şehir Tiyatrosu kadrosuna alınır. “Gün Batarken” oyunuyla Ekrem Reşit Rey’in beğenisini kazanır. Bunun üzerine Ekrem ve Cemal Reşit Rey kardeşlerin; sözlerini yazdığı ve bestelediği “Lüküs Hayat”, “Atıfet”, Deli Dolu” vb. operetlerinde, “Adalar” revüsünde oynar. Nazım Hikmet‘in kendisi için yazdığı “Bu Bir Rüyadır” operetinde de başrol oyuncusu olarak sahnede yerini alır. Türkiye‘de; müzik ve sahne sanatlarındaki yeniliklerin yanı sıra, her alanda önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda yapılan devrimlerle çağdaşlık yolunda hızla yol alınmaktadır. Yurtta barış dünyada barış ilkesi doğrultusunda, komşu ülkelerle dostluk ilişkilerine önem verilmektedir. Türkiye’de gerçekleştirilen devrimlerin hayranı, İran Şahı Türkiye’yi ziyaret edecektir. Atatürk; Şah onuruna sahnelenmek üzere Ahmet Adnan Saygun’dan iki ülkenin tarihsel kardeşliğinin konu edildiği bir opera bestelemesini ister. Atatürk’ün; en önemli devrimlerden biri olarak gerçekleştirmek istediği müzikte devrimin somut örneğidir opera ve sahnelenmesi. İki aydan kısa sürede Atatürk’ ün provalarını sıklıkla izlediği, yoğun çalışmalar sonunda sahnelenen ilk Türk operası “Özsoy” da Ayşim rolünü oynar Semiha. Atatürk; operadaki oyunculuğunu ve sesini büyük bir beğeniyle izlediği Semiha’ya ‘yurt dışı sınavlarına hazırlanmasını’ söyler. (1934) Atatürk’ün bu isteği üzerine Semiha, sınırları zorlayan mücadeleci kişiliği ve yeteneği ile sınavlara hazırlanır. Ankara Devlet Konservatuvarı’nın açtığı Avrupa sınavını kazanır. İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ tarafından verilen bursla, Berlin Devlet Yüksek Müzik Akademisi Opera Bölümü’ne kabul edilir. (1936) Berlin’de opera öğrenimi gören Türk kızı için o yıllar; müzikle, çalışmayla geçen dolu dolu üç yıldır. Ancak bu yıllarda; Almanya’da Naziler iktidardadır. İspanya’da iç savaş sürmekte, Avrupa İkinci Dünya Savaşına doğru yol almaktadır. Almanya’daki yaşamın bu zor koşullarına karşın, okulu birincilikle bitirir. (1939) Berlin Yüksek Akademisi Apollon Operası’nda, Richard Strauss’un 75.doğum yılı nedeniyle sahnelenen Ariadne auf Naxos operasında Ariadne’yi canlandırır. Temsil sonrası sesi, yorumu, oyunculuk yeteneği ile ilgili Alman müzik otoritelerinden çok güzel eleştiriler alır. Hakkında söylenenlerden birkaç örnek: “İstanbullu Bayan Semiha Berksoy; çok nefis, hoş tınılı nadir duyulan bir soprano sese sahiptir. Kendisi nadiren rastlanan bir ifade kuvvetine maliktir.” Prof. Paul Lohman “Güçlü sesi, geniş ve volümlü yüksek dramatik soprano ses rengine sahiptir. Sesi iyi bir müzikalite ve açıkça görülen doğuştan temsil yeteneği ile desteklenmiştir.” Eva İkelius- Lissmann Konser sonrası aldığı övgüler, büyük opera bestecisi Richard Wagner’in yeğeninin Almanya’ da kalması, müzik yaşamını orada sürdürmesi teklifi yurda dönmesini engelleyemez. Türkiye’de operanın gelişimine katkıda bulunmak üzere aynı yıl Türkiye’ye döner. (1939) Tiyatro sanatçısı kızı Zeliha Berksoy’a; “Ne var? Mevlâna da Konya’da oturmuş ama Mevlâna. Taş yerinde ağırdır, memleketinde oturacaksın.” diyerek; yurt dışında kalmak istememesinin nedenini açıklar yıllar sonra. Yurt dışından döner dönmez, İstanbul Konservatuvarına ses uzmanı olarak atanır. Senfonik orkestra eşliğinde konserler verir. Ancak; gönlündeki büyük opera ateşini söndüremez bu konserler. Primadonna olma düşleriyle yaşarken orkestra şefi Ferit Alnar’ın konser vermesi çağrısı üzerine Ankara’ya gider. Ankara Devlet Operası baş sanatçısı olarak, Cemal Reşit Rey eşliğinde Ankara Radyosu’nda ilk konserini verir. (1939) Ferit Alnar yönetimindeki Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile verir ikinci konserini. Yaşamı boyunca orkestranın hiçbir konserini kaçırmayan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü huzurunda, R.Wagner operalarından aryalar seslendirir. Konser sonunda alkışlar arasından yükselen bir ses: “Nihayet operaya başlayabilirim.” der. Carl Ebert* (1940) “İçimde annelik hissi duyuyorum. Çocukları çok seviyorum. Deli gibi seviyorum.” der evli bile olmayan, çocuksuz Semiha. İstanbul’da fakir, kimsesiz çocuklara konser verir. (1940) Çankırı’ da hapis bulunan Nazım bir mektupla konser için duygularını şöyle dile getirir: “Çocukları sevenler, dünyayı en yürekten anlayan ve insanlara en derin acıyıp onları kolay affedenlerdir. Sesin ve yüreğin insanlara teselli ve yaşamak ümidi vererek daim olsunlar.” Semiha için amaç en iyi olmaktır. Çalışır çalışır... Prof. Carl Ebert tarafından kurulan operada Nurullah Taşkıran ile birlikte ilk profesyonel opera sanatçısı unvanını alır. (1941) Türkiye’de ilk profesyonel operadır Tosca. Ankara Halkevi salonunda sahnelenir. Nimet Taşkıran ile birlikte rol alırlar. Tosca’yı oynayan ilk sopranodur Semiha. G. Puccini’nin bestelediği Tosca Operası’nın Türkçe çevirisini, Semiha’nın, ona verilmesi için büyük uğraşları sonucunda Nazım Hikmet tarafından yapılır. (1942) Semiha’nın sahne yeteneği, sesinin güzelliği, başarıları yeterli olmuyor ve uzunca bir süre rol verilmiyor!.. O başrol beklerken Konservatuvar Müdürlüğünden bir yazı gelir. Şöyle denilmektedir: “Koro’da söyleyebilecek bir sese sahip olmanız dolayısıyla koro çalışmalarına katılmanız koro şefi tarafından bildirilmiştir. Çalışmalara devam etmenizi dilerim.” (1948) Primadonna Semiha, kendisine yapılan bu haksızlığa çok üzülür. Ve klasik müziğin beşiği Viyana’ya gider. Orada verdiği büyük ses getiren konserler, Türkiye’de de yankı bulur. Yurduna çağrılır ve Ankara Devlet Operası’na solist olarak atanır. (1950) Operanın ses uzmanları Arangi Lombardi ve Vahdet Nuri Esmen, opera genel müdür yardımcısı Mükerrem Keyman, orkestra şefi Camozza ve Ankara Devlet Konservatuvarı piyano bölüm başkanı Mithat Fenmen’den oluşan Ankara Devlet Operası ses kadrosu jüri heyeti tarafından “Birinci Sınıf Opera Sanatçısı” olarak değerlendirilir. (1951) Beethoven’in Fidelio operasında Leonore başrolünü üstlenir. (1952) Almanya-Bayreuth kentinde yapılan Wagner festivalinden çağrı alır. (1953) Almanya dönüşü Ankara’da Mithat Fenmen’in piyanosu eşliğinde R.Wagner operalarından seçtiği aryalardan oluşan bir resital verir. (1953) Mithat Fenmen’in sahneye koyduğu, E. Humperdinck’in Hensel ve Gretel operasında başrolde oynar. Bu operada Saadet İkesus rejisör koltuğundadır. (1954) Mithat Fenmen ile Sanatseverler Derneği’nde bir resital verir. (1955) Almanya-Bayreth’a çağrılı olarak yeniden gider. Sahnede R.Wagner’in Uçan Hollandalı operasından Zenta rolünü oynar. (1959) Verdi’nin İl Travitore operasında Acuzena rolüyle sahneye son kez çıkar. Görkemli bir 30. Sanat Yılı Jübilesi ile opera yaşamı son bulur. (1963) Türk opera sanatının öncülerinden, Cumhuriyet dönemi kadın sanatçı kimliğinin oluşmasında etkin rol oynayan Semiha Berksoy: “Türkiye’de 32 yıllık opera yaşamımda sadece 26 kez sahneye çıkabildim.” der; üzülerek… Semiha; opera sanatçısı olarak emekli olur, sahnelere veda eder. Ancak; 1930’larda tiyatro sanatçısı olarak başladığı sahne yaşamını 1970’lere dek sürdürür. Yalnız tiyatro mu? Değil elbette! Resim çalışmalarını yaşamı boyunca ara vermeden sürdürür. Çektiği acıları, yoksunlukları, özlemleri resmeder. Kendine özgü, ödün vermez kişiliğini yansıtan benzersiz, gerçeküstü yapıtlar üretir. Yurt içi ve yurt dışında sergiler açar. Semiha Berksoy’un “öncülü ve ardılı olmayan” sanatçı kimliğine dikkat çeker; Ferit Edgü. Berlin- (1969), Paris-(1972), İstanbul-(1982), İstanbul-(1992) sergileri beğenilir ve övgüler alır. New York ve Almanya (1995), Berlin-(1997), Lüksemburg-(1998), Bonn ve Viyana (2000), Viyana ve İstanbul’da vb. karma sergilerde yapıtları yer alır. Yıllara meydan okuyan yaşı, bitmeyen enerjisi ile şarkı söylemek için yine sahnededir. New York Lincoln Center’de Wagner’in Tristan und İsolde operasından Aşk Ölümü aryasını söyler. (1999) Nazım’ın 100. doğum yıldönümü kutlamaları nedeniyle Berlin Hebbel Tiyatrosu’unda sahnelenen Bu Bir Rüyadır operetinde rol alır. (2002) Müzik, tiyatro, resim çalışmaları sürerken gerçeküstü öyküler yazmaya da zaman ayırır. Ve kitaplaştırır. Mezardan Gelen Mektup- Öykü (1935) Ödülleri Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Resim Sergisi ödülü. (1961) “Atatürk Opera Ödülü” TBMM Başkanlığı tarafından kamu sektöründe görev alan İlk Kadın Opera Sanatçısı olması nedeniyle. (1984) Devlet Sanatçısı unvanı ile onurlandırılır. (1998) T.C Kültür Bakanlığı Semiha Berksoy 72. Sanat Yılı Kutlaması (2001) Türkiye’nin çağdaş yüzü, yurt dışındaki kıvancı, sanat elçisi, çok yönlü sanatıyla ilklerin kadını Semiha Berksoy kalbine yenik düşer. Ve yaşama veda eder. 15 Ağustos 2004 Büyük sanatçının anısına saygıyla!.. Işıklarda uyu unutulmayacak ilklerin kadını!..
Fazilet ÖZKAN POR
25/08/2023
(*) Alman Prof. Carl Ebert; oyuncu, tiyatro, opera yönetmeni, eğitmen. İktidarı sırasında Hitler’i eleştirmesi nedeniyle önce işsiz, sonra ülkeyi terk etmek zorunda kalır. Atatürk’ün müzik devrimi ile ilgili çalışmalar yapması için daveti üzerine Türkiye’ye gelir.