Hüseyin ERKAN

Tarih: 12.02.2021 22:57

SER VERİP SIR VERMEYEN YİĞİT

Facebook Twitter Linked-in

 

Çok değerli bir gençti O.

Her bakımdan, mükemmel…

Hem zeki, hem çalışkan, hem kibar…

Edebiyatta da üstündü, matematikte de…

Halk oyunlarında da ustaydı; şiirde, müzikte de…

O´na ve O´nun gibi seçkin gençlerimize kıyanlara yazıklar olsun!

 

Hüseyin Erkan

 

İBRAHİM KAYPAKKAYA

Yıl, 1962… Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulu 1. sınıf öğrencisydim. İlk yarı
tatilinden döneli iki ya da üç hafta olmuştu. Pazar günüydü. Okulun genel ses düzeneğinden,
sinema salonun da Kültür ve Edebiyat Kolu´nun bir etkinliği olarak, Türk Dili üzerine
konferans düzenlendiği, tüm öğrencilerin ve öğretmenlerin sinema salonundaki bu etkinliğe
çağrılı oldukları duyuruluyordu.
Çağrıya uyarak arkadaşlarımla birlikte ben de gittim.
Salon tam anlamıyla dolmuştu. Sahnede yalnız bir masa ve önünde mikrofon
bulunuyordu. Masanın arkasında sandalye bile yoktu. Ön sıralar, öğretmenler ve Ankara´dan
gelen konuklara ayrılmıştı. Kültür ve Edebiyat Kolu Başkanı kısa bir konuşma yaptı.
Sahnenin arkasından izci grubunda bize başkanlık eden, tanıdığım yakışıklı, hep güler
yüzlü, sevimli İbrahim abi geldi. (Okulun geleneğine göre, bir alt sınıf öğrencisi, üst
sınıftakilere abi derdi.) Üçüncü sınıf öğrencisiydi. Yani Ortaokul üçüncü sınıftaki bir
öğrenciyi düşünün. Elinde yazılı bir metin bile yoktu. Ayakta TÜRK DİLİ ÜZERİNE,
anımsadığım kadariyle bir buçuk saatın üzerinde konuştu. Bu kadar bilgiyi belleğine nasıl
sığdırdığını hâlâ anlamış değilim.
Konuşmasını bitirdiken sonra karşılıklı soru yanıt bölümünde; Ahmet Rıza Tükel
öğretmenimiz ile konuklardan birkaç kişi sorular sordular. Hatta öyle oldu k, yirmi dakika
kadar sahnede İbrahim Kaypakkaya ile önde oturanlar arasında karşılıklı konuşmalar devam
etmişti. Tüm soruları öz güvenle yanıtladı abimiz.
Doğru yanıtlandığını da soruyu soran kişilerin teşekkür etmesinden anlıyordum.
Birinci sınıf öğrencileri olarak anlatılan konular, bizim düzeymizin çok üzerindeydi.
Sonuç olarak; ortaokul düzeyinde bir öğrencinin,kendisinden daha deneyimli hem de
edebiyat öğretmenleri ve çağrılı olan konuklara ders anlatırcasına Türk Dili üzerine uzunca
bir süre, takılmadan konuşması O´nun üstün bir zekâya ve belleğe sahip olduğunun
kanıtıydı.
Kaypakkaya beşinci sınıfta iken, ben de üçüncü sınıftaydım. O ders yılı sonunda bu
değerli abimiz, öğretmenler kurulunca Yüksek Öğretmen Okulu´na gönderilmek için seçildi.
Abimiz okuldan ayrılmadan önce, sınıf arkadaşı N. T.´den dinlediğim bir anısını, onca
yıldır hiç unutmadım:
Meslek Dersleri Öğretmeni Şenay Can´ın (ışıklarda uyusun) tayini Ankara´ya çıkmıştı.
Yerine yeni atanan Meslek Dersleri öğretmeni sınıfa gelerek kendini tanıtmış. Öğrencilerle de
tanıştıktan sonra; “Arkadaşlar şimdiye kadar Şenay öğretmenle hangi konuları işlemiştiniz,
şimdi nereden başlayacağız? Sınıftan anlatacak arkadaşınız var mı?” diye sorar.
Kaypakkaya el kaldırır. Ders yılı başından itibaren, tüm konuları içerikleriyle eksiksiz anlatır.
Şenay öğretmen ile bulundukları derste işlenecek konuyla sözü bitiriyor.
Yeni atanan öğretmen hayretle, “Bu kadarını hiç beklemiyordum. Bu sınıfta benim
öğretmenliğim de kolay olmayacak sanırım. Çokiyi hazırlanmam gerekecek.” der ve
Kaypakkaya´yı kutlar
5. sınıflarda ders sayısı toplamı 17 ve en yüksek not 10 iken, Kaypakkaya 170 not
ortalaması ile İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu´na gider.
İşte kendisini tanımak ve aynı okulda okumaktan onur duyduğum İbrahim
Kaypakkaya ve o dönemin devrimci ve yurtsever öğrenci liderlerinden yalnızca biridir.
İnanıyorum ki onlar, ülkemizi hepimizden daha çok seviyorlardı. Tek suçları buydu!
“Yaşasın Tam bağımsz Türkiye! Kahrolsun emparyalizm” diye seslerini
yükseltmişler; ABD´nin savaş gemisi 6. Filo´nun limanlarımızda demirlemesini protesto

etmişlerdi. Ne yazık ki, Deniz Gezmiş ve arkadaşları insafsızca asılırken, Kaypakkaya da
hunharca öldürüldü.
Acı olan şudur ki, İbrahim Kaypakkaya bir öğretmen tarafından ihbar edilerek
yakalandı. Dünyanın en acımasız işkencelerini yaşadı. Sonuçta parçalanmış cesedini intihar
etti diye babasına teslim ettiler.
Cesedi otogara götürmek için bir hamal tutar babası. Hamal çuval içindekinin ne
olduğunu sormadan “5 lira alırım” deyince babası kabul eder.
Otogara varınca hamal, “Ne var bu çuvalın içinde?” diye sorar. Baba Ali
Kaypakkaya “Öğrenciydi; işkence ile öldürdüler, benim oğlumdu” cevabını alan hamal,
“Para almıyorum; helal olsun.” deyip ağlayarak hızla uzaklaşır.
O günden bugüne, “Ser verip sır vermeyen yiğit “ olarak anılır Kaypakkaya.
Pekiyi, O´nu ihbar edeni kim biliyor, kim tanıyor?
Ne diye anılıyor dersiniz; o şimdi?
6.Filoyu kıble yapanlar ne oldu dersiniz?
Bir eli yağda, bir eli balda onların; öyle mi?
Sanmayın ki, bu hep böyle devam eder.
Gün doğmadan neler doğar, neler!..

OSMAN YÜCEL
Em. Öğretmen ve Müfettiş

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —