462 Memleketimden İnsan Manzaraları
Sevgiden Güzel Ne Var?
Herkesin bildiği şeyleri yineleyip ahkâm kesmeyi sevmiyorum. O nedenle, bildiğiniz gibi,
haftalık söyleşilerimde yaşayıp gördüklerimi, düşündüklerimi, sevinç ve üzüntülerimi anlatmayı
yeğliyorum.
Geçen hafta, 1973 Ağustos’unda o günkü nişanlım ve şimdiki eşimle birlikte Ankara’ya
gittiğimizden söz etmiştim. Amacımız nişanlımın Ankara Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’ndan
öğretmeni MEB Kız Teknik Öğretim Genel Müdürü Neriman Gülmen’i ziyaret etmekti. Niçin mi?
Evlenmeye karar vermiştik de nişanlım Keşan’da öğretmendi, ben İstanbul’da… Böyle bir
evlilik olmazdı elbet. Aynı kentte olmalıydık ikimiz de. Bu sorunu çözecek tek kişiydi; eşimin
öğretmeni. Söyleyince dileğimizi:
“Hemen, hemen yaparım. Yeter ki evlilik belgenizi bir an önce ulaştırın bana siz.” demişti.
Böylece sevinçle ayrıldık Bakanlık’tan. Dışarıya çıkar çıkmaz:
“Güler, tatlım!” dedim, “Benim de çok değerli bir öğretmenim var Ankara’da. Antalya’daki
Aksu Öğretmen Okulunda altı yıl öğretmenim oldu. Ayrıca Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulunda
da iki yıl birlikte çalışma zevkini yaşadım kendisiyle. Onu bir ziyaret edip elini öpmek isterim. Ne
dersin?”
“Tabii, neden olmasın? Kimdir?”
“Adı Musa Okay… İş bilgisi öğretmenimizdi ama daha çok gazete, dergi, kitap okumaya ve
özgür düşünmeye özendirirdi bizi.”
“Çok güzel!.. Adresini biliyor musun peki?”
“Bilmiyorum ama öğrenirim.”
O gün nerden, nasıl, kimden öğrendim şu an anımsamıyorum ama evinde ziyaret ettik; sevgili
öğretmenimi. Eşi de ilkokul öğretmeniydi. İkisi de Sakarya Ârifiye Köy Enstitüsü mezunu.
Öğretmenim ayrıca Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü bitirmiş. Saygıyla öptük ellerinden. Çok
memnun oldular ziyaretimizden.
Musa Okay öğretmenim, Aksu’da birçok arkadaşım gibi beni de denizle tanıştırmıştı ilk kez.
Nasıl mı?..
1958 Mayısının sonunda, okullar tatil olunca, 5. sınıf öğrencileri olarak köylerimize gitmeyip
okulda kalarak bir ay boyunca tüm derslik, yatakhane, yemekhane ve benzeri yapıların badana, boya
işlerini yapmış; özellikle sonbaharda diktiğimiz çam fidanlarının diplerindeki otları yolarak çapalayıp
sulamıştık. Bu işlerde bize rehberlik yapan Okay öğretmenim, çalışmalarımızdan memnun kalmış
olacak ki, müdürümüz Enis Türköz’ün de onayı ile Antalya’nın ünlü Konyaaltı Plajında 10 günlük bir
kampla ödüllendirmişti bizi.
Böylece birçok arkadaşım gibi ben de o güne dek hep uzaktan görüp sevdiğim denizle kucak
kucağa yaşamıştım ilk kez. Dolayısıyla yüzmeyi de orada öğrenmiştim.
1964’te Dicle’den Hasanoğlan’a atanınca Aksu’dan öğretmenlerim Ahmet Tuncer, Şenay Can,
Rıfkı Can, Naciye Aybastı, Osman Aybastı gibi Musa Okay öğretmenimin de orada olduğunu görmek
çok mutlu etmişti beni.
Bir hafta sonu, kaldığı lojmanda ziyaret ettim kendisini. 10-17 yaşlarında Suat, Fuat ve Bülent
adlı üç oğlu, Selma adlı bir kızı vardı. Bir ara söz kitaplardan açılınca, “ Amerikalı bayan yazar Fay
Kirby’nin (Fey Körbi) Türkiye’de Köy Enstitüleri adlı kitabını okudun mu?” diye sordu. Biliyordum, çok
değerli bir kitap olduğunu onun ama okumamıştım henüz.
“Okumak istersen bende var. Verebilirim.” demesin mi?
-2-
Böyle güzel bir öneriye nasıl hayır derim ben! Köy Enstitülerinin ne olup olmadığını bu kitap,
dolayısıyla yine bu öğretmenim sayesinde öğrendim ben.
Hasanoğlan’da iki yıl boyunca şuna tanık oldum ki, aynen Aksu’daki gibi bu okulda da çok
seviliyordu bu öğretmenim. Şimdi siz söyleyin Tanrı aşkına! Böylesine sevilip sayılan bir öğretmene
Milli Eğitim Bakanlığımızın bir ödül vermesi gerekmez miydi?
Düşünüp taşınan Ankara’daki görevliler, “Gerçekten de çoktan hak etmiş bir ödülü bu
öğretmen” deyip 1966 yazında, Malatya’ya okul ve öğrencilerden uzak bir göreve atayıverirler onu.
Sağ olsunlar, çok ince düşünüp bu değerli öğretmenin öğrencisi olduğum için beni de ödülsüz
ve öksüz bırakmayıp Kars’ın sınır boyundaki Arpaçay ilçesine göndererek sevindirdiler! Onlar
sayesinde gördüm Çıldır gölünü. Onlar sayesinde gezdim Artvin’i, Ardahan’ı, Iğdır’ı, Kağızman’ı… Ve
onlar sayesinde tanıdım; sevgili dostum Burhan Albayrak’ı, değerli Savcımız Özer Gürbüz’ü, Deniz
Gezmiş’in amcası çalışkan kaymakamımız Rasim Gezmiş’i…
1966’da işte, öğretmenlere böylesine değer veren Orhan Dengiz adlı bir Milli Eğitim Bakanı
vardı; Başbakan Süleyman Demirel’in!
Okay Öğretmenimi ziyaretten ettikten sonra:
“Güler, canım benim!” dedim; “Bir isteğim daha olacak senden.”
“Nedir, söyle bakalım.”
“Benim çok değerli bir arkadaşım da var Ankara’da.”
“Ya!.. Kimdir, necidir?”
“Ağrı’da 1968’de aynı taburda birlikte görev yaptığım yedek subay arkadaşım Abdullah
Tavmen… Yüksek Ziraat Mühendisidir kendisi. O da bekârdı o yıllarda. Ama mektuplaştığı
fakülteden arkadaşı bir sevgilisi vardı. Yıldız Hanım… Askerlik dönüşü evlendiler.”
“Evet…”
“Derim ki, bir de onları ziyaret etsek, ne güzel olur.”
“Niçin sevmiştin bu arkadaşı?”
“Okuyan, elinden dergi ve kitap düşmeyen tek subaydı çünkü o. Ülkemizin gelişip
çağdaşlaşması, halkımızın alın terinin karşılığını alması için ağanın, patronun, din sömürücülerin
baskısından kurtulup mutlu yaşaması için yanıp tutuşurdu o da. Bu konudaki düşüncesini açıkça
söylemekten de çekinmezdi; üst rütbeli komutanların yanında bile.”
“Tamam, madem ki bu kadar çok sevdiğin bir arkadaşın, gidelim.” deyiverdi sevgilim.
Aradım telefonla. Akşama evlerine davet ettiler. Gittik. Sevinçle, güler yüzle karşıladılar bizi.
Anılarımızı da tazeledik; bire bir uyuşan umutlarımızı, ülkülerimizi, hayallerimizi de… Değerli asker
arkadaşımın sevgili eşi Yıldız Hanım da dört dörtlük bir bayandı. Çok memnun kaldık bu ziyaretten de.
Öğretmenim ve asker arkadaşıma yaptığımız bu ziyaretler, daha sonra her iki aile ile
İstanbul’da birçok kez birlikte mutlu anlar yaşamamızın yolunu açtı.
Musa Okay öğretmenimi ve eşini kaybettik bir süre önce. Üç oğlundan en küçüğü Prof. Dr.
Bülent Okay ve Abdullah Tavmen’lerle -uzun süredir bir araya gelememiş de olsak- dostluğumuz
devam ediyor hâlâ.
Sevgiden daha güzel, dostluktan daha değerli ne var, şu dünyada!
Hüseyin ERKAN
0535 371 74 83
huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr