TÜRKÇEMİZİ DOĞRU KULLANMANIN ÖNEMİ
Dilimizi doğru kullanmak, kelimeleri yerinde ve düzgün bir Türkçeyle söyleyiş çok önemlidir. Bir harfinin, hatta bir virgülün bile yeri çok çok önemlidir. Gençlik yıllarımda 1976 yılında Divriği Maden işçilerinin ilk grevini Numan Esin´in İstanbul´da yayın yapan Vatan Gazetesi´nde haber olarak yayınladım. Haber sendikacıların hoşuna gitmiş panolarına asmışlardı.
Haberi yayınlamama yardımcı olan değerli rahmetli gazeteci, dergici Doğan Yurdakul Ağabey beni gazetenin İstanbul Cağaloğlu´nda bulunan Ankara Caddesi´ndeki merkezine götürerek, yurt haberlerinin muhabiri yapmış, yazdığım haberi de yayınlamıştı. Getirdiğim “Grev” haberi çok önemli haberdi. O gün gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Emil Galip ağabey ve çok sayıda yazarı ve çalışanıyla tanıştım. Beni gazetedekilerle tanıştırırken “Bu arkadaş Anadolu Kartalı, bunu iyi tanıyın” demişti. Herkesin gözleri pırıl pırıl, sevgi doluydu. Bu sözler beni çok etkilemiş ve yüreklendirmişti. Doğan Yurdakul ağabey o gün bana haberin ve fotoğrafların önemini anlatmıştı. Bana verdiği ilk derste “Beş N bir K”nın habercilikteki önemini “ Ne? Nasıl? Neden? Nerede? Ne zaman? Kim?” sorularının haberde cevaplanması gerektiğini anlattı. Köpeklerin insanları ısırmasının gazeteye girecek kadar bir haber olmadığını, bir haberin haber olması için “insanın köpeği ısırması gerektiğini” anlattı.
Bir muhabirin Türkçeyi çok iyi kullanması gerektiğini, bir virgülün bile yerinin önemli olduğunu söyledi. Orada anlattığı “Oku oğlum oku” temsili bugün gibi aklımda, yıllarca ben de sohbetlerimde dostlarıma anlattım. Padişahın oğlunu okutan öğretmeni, şehzadeye “Oku oğlum oku sen de baban gibi eşek olma” deyince padişah bu sözü duyup, öğretmeni hiddetle ayağına çağırtmış. Bre melun sen kimsin benim oğluma “Oku oğlum oku, sen de baban gibi eşek olma” dersin. Evet efendim, ben oğlunuza “Oku oğlum oku baban gibi” oku “eşek olma” dedim der. Ceza almaktan da kurtarır.
Çünkü virgülün yeri değişmiş “Oku oğlum oku sen de baban gibi, eşek olma” diyerek kurtulmuştur. Bu Grev haberini Halkın Sesi dergisine de götürdüm ve özel ekte büyük bir haber yapılmıştı. Gazetecilik serüvenim 1980 yılında Divriği Norşun Köyünden değerli hemşerimiz rahmetli Nihat Doğan´ın Sivas Anadolu Gazetesi´nde sigortalı olarak devam etti. O gün bugündür güzel Türkçemizi doğru kullanmak için gayret ettim. Gazete baskıya gidip, halka arz edilmeden prova baskı yapılır. Emekli öğretmen ve yazar arkadaşlardan oluşan “Tashihçi” dediğimiz “düzeltmen” arkadaşlarımız gazeteyi döne döne okurdu. Gazetecilik sorumluluk gerektiren bir meslekti. O nedenle dilimizi iyi kullanmak çok önemliydi. Sözcüklerin varsa mutlaka öz Türkçesini kullanmak, dilimizi yabancı kelimelerin egemenliğinden kurtarmak Atatürk´ün yolunda gitmenin bir göstergesiydi. Çünkü Atatürk ”Milletin çok bariz vasıflarından biri dilidir. Türk Milletindenim diyen insan, her şeyden önce mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk Kültürüne ve Milletine bağlılığını öne sürerse buna inanmak doğru olmaz.' “Türk dili, Türk Milletinin kalbidir, beynidir.” ”Türk Dili mutlaka yabancı diller boyunduruğundan kurtarılmalıdır” demişti. Her şairin, her yazarın, her gazetecinin, her öğretmenin, her annenin, her yöneticinin hatta her yurttaşın görevi öncelikle dilimizi iyi kullanmaktır. MÖ 551 - MÖ 479 yıllarında yaşamış Çinli filozof Konfüçyüs “dilin önemi” şöyle anlatıyor. Konfüçyüs´e sormuşlar: — Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu? Büyük filozof şöyle cevap vermiş: — Hiç kuşkusuz, dili gözden geçirmekle işe başlardım. Çünkü dil kusurlu olursa, kelimeler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar önemli değildir. Yüz yıllar önce söylenen bu sözler bu güne ışık tutuyor. Siz ne dersiniz?
Şair-Yazar
İsmail Aydoğmuş